PINAR ÖĞÜNÇ
Devletlerin bireylere yönelik her zaviyede şiddeti, insanlığın üzerinde yapılan deneyler içerir bir yandan da.
Ağır fiziksel işkenceden sistematik psikolojik şiddete uzanan yöntemlerle insan denilen canlının hudutlarını zorlar.
Neye ne kadar dayanacak? Neye ne kadar sabredecek? Politik tahakkümün karşısında verili hudutları esneten de tek şey var galiba, politik inanç. İşkenceden bedeni tükenenlerin hayata devam edişini ancak böyle açıklayabiliriz.
90’lara uzanan bir politik inat hikâyesi
Mahmur (Maxmûr) Kampı’nda gezerken de benzerini düşündüm. İslam Devleti’nin Ağustos ayındaki saldırısı üzerine kampı boşaltıp şimdi dönmüş olmaları değil tek mesele. Bu, 90’lara uzanan bir politik inat hikâyesi.
HDP-HDK Kadın Meclisleri ve Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nin öncülüğünde bir araya gelen heyetin bir kısmıyla Rojava’ya geçmiş, Semalka’dan sonra tekrar Irak Kürdistanı’na, Erbil’e doğru uzun bir yolculuk yapmıştık.
“Aa, DAİŞ (IŞİD- İD) mi gelmiş?”
İki minibüs Erbil’e 40-50 kilometre uzaklıktaki Mahmur’a vardığımızda, iki yanımızdan içinde hayat var mı emin olmadığımız toprak rengi bir kasaba akıyordu. Geçip Mahmur Kampı’na girdiğimizdeyse yine kurgusal bir metinde gerçekdışı görünecek bir an yaşadık. Kampın çocukları minibüsümüzün etrafını sarmış gülüşerek bağırıyorlardı: “Aa, DAİŞ (IŞİD- İD) mi gelmiş?” Bir diğeri seslendi: “Yok bunlar DAİŞ değil, kadın.”
IŞİD saldırısına gelmeden şunları da anlatmak lazım. Kamp diyoruz ama aslında daha çok tek katlı birbirine benzemeyen betonarme yapılardan oluşan, Birleşmiş Milletler (BM) gözetiminde bir mülteci ‘kasabası’ burası. 12 bin kişilik nüfusu, ağırlıklı olarak 1992-93 yıllarında Türkiye sınırları dahilindeki köyleri bombalanınca, yakılınca canhıraş kaçan, yani aslında TC vatandaşı olan Kürtlerden oluşuyor.
Söz ettiğim politik inat kısmı ise kimi zaman öznesi değişse de hep devlet şiddetiyle tam yedi kez, o ana dek kurdukları ne varsa terk ederek göç etmek zorunda bırakılmaları.
1998’de geldikleri Mahmur’u, Saddam’ın nasıl olsa burada ölürler diye düşünerek verdiğini söylüyorlar. Çölün ortası diyeyim size kısaca. Aşırı sıcak, su sıkıntısı dışında, sadece akrepler, yılanlar yüzünden gecede beşer altışar çocuğun öldüğü, tarifsiz zorlukta günleri var. Yiyecek sıkıntısı, susuzluk, salgın hastalıklar…
Şırnak değişti mi?
Şimdi girdiğimiz Mahmur ise asma çardakları altında çay içebileceğiniz ve evet incir, nar ağaçlarıyla dolu beş semtten oluşan bir kasaba.
Her semtin meclisi var. Altyapısı hâlâ sorunlu olsa da, Mahmur Belediye Eşbaşkanı Bermal Hakkari’nin sesi titreyerek yakındığı gibi bir bardak su için Erbil’e gidip görüşmeler yapmaları gerekse de, ‘Biz burada yaşayacağız’ inadının hayata geçtiği bir yer.
Çocukların çamurdan sıralara oturup tahta yerine çamura yazdığı günlerin ardından bugün kendi ders kitaplarını hazırladıkları okulları mevcut.
Türkiye’ye dönüşü ise ancak Kürt olarak tüm hakları teslim edildiğinde düşünebileceklerini söylüyorlar. Şu an süren anadilde eğitim eylemlerinden söz ediyor Bermal Hakkari; “Nereye dönelim?” diye soruyor.
Az sayıdaki dükkânın bir kısmı partinin, bir kısmı da şahıslara aitmiş. Bunu ev eşyalarıyla oyuncak dolu bir dükkândan sonra kafamı uzattığım muhtelif kıyafet satan dükkanında Sait beyden öğrendim.
93’te Şırnak’tan gelmişler. Köyü bombalanırken can havliyle başka tarafa kaçan akrabalarıyla hâlâ görüşemiyor. O zamandan sonra Şırnak’ı da hiç görmemiş, “Bir kere Cudi’den baktım sadece. Değişti mi?” diye bana soruyor. TOKİ’yi anlatacağım en azından, derken yola çıkmamız gerekiyor. Hem neresinden başlayayım TOKİ’ye de?
BM kampında bu nasıl olabilir?
Ve Ağustos’un 7’sini 8’ine bağlayan o gece… Uzaktan İslam Devleti’nin top atışları duyulmaya başlandığında alışmaya mecbur bırakıldıkları şeyi yapıyorlar, hızla toparlanıyorlar. İki gece içinde 11 bin insan, alelacele bulunan araçlarla Erbil’de bir parka taşınacak. Bunun başarılabilmesini örgütlü bir halk olmalarına bağlıyorlar.
BM’nin ne zaman, ‘Size ne oldu?’ diye sorduğunu merak ediyorum. Hakkari, “Tam üç gün sonra” diyor öfkeyle. “BM’den çok medet umacak kadar hayalci değiliz. Ama üç gün sorulmaz mı?” diye ekliyor.
BM gözetimindeki halkın başına gelenler başlı başına skandal aslında. İhtiyaçlar belirlenerek çok yavaş harekete geçilmiş sonra. İslam Devleti güçlerinin uzaklaştırılıp güvenliğin sağlandığından emin olununca da, biz gelmeden bir hafta kadar önce kampa dönmüşler.
Boşaltılmış kampa giren İslam Devleti birçok eve zarar vermiş, bahçeleri bozmuş. Belediye binasının iç duvarına yazdıkları ‘Zafer İslam Devleti’nin olacak’ yazısını kat kat boyayarak kapatmaya çalışmışlar. Belediyenin içine yığılan barutu ise patlatmak isteyip de zaman bulamamalarına yoruyor belediye başkanı.
Yabancı basının kadın direnişçilere ilgisi
Kadın belediye başkanı ve ağırlıklı olarak Mahmur’un kadın sakinleriyle bir çardakta buluşmamızın ardından, savunma güçleri içinde yer alan bir grup kadınla buluşuyoruz. Karşımızda bizi silahlarıyla bekleyen bir sıra genç kadın. Türkiye Kürtlerinden olanlar da var içlerinde. Biri koca kaleşnikofa mavi boncuk asmış demir bir halkayla.
Sonradan öğreneceğim ki hemen arkadaki, gazeteci Deniz Fırat’ın çatışmayı görüntülerken hayatını kaybettiği tepe.
Birliğin başındaki Botanlı Sidar Botan’a merak ettiğim bir şeyi, özellikle Batı medyasında kadın savunma güçleriyle ilgili son haberlerle ve yaklaşımla ilgili ne düşündüklerini soruyorum. O kadar çok haber çıktı ki. ‘Güzel ve savaşan kadın’ imgesiyle bütün bir kadın hareketinden kopartılmasına, hatta bazen ‘egzotikleştirilmesine’ nasıl bakıyor? Kadın birliklerinin eril şiddeti estetize etmek için de kullanılabilmesini, hak ettiği derinlikte tartışacak vaktimiz yok ne yazık ki.
Sidar Botan, “Bizim yaşam tarzımız en başından beri bellidir, aynıdır. Yabancı basın biraz her şeyi dün duymuş gibi davranıyor. Ne yiyorsunuz, ne içiyorsunuz, sizde evlilik var mı… Hep aynı sorular geliyor genelde. Başka bir şey anlatamıyoruz” diyor. Ama en azından ‘terorist’ algısının değişmesine sevindiğini söylüyor.
Aslen Bingöllü, ama 2011’de 16 yaşındayken Almanya’dan YPJ’ye katılan Tavin Tekoşin de bazı haftalar iki günde bir yabancı kameralarla karşılaştıklarını anlatıyor gülerek. “Hem sıkılacak gibi oluyoruz hem anlatalım istiyoruz” diyor.
Ya Peşmergeler?
Minibüsümüz harekete geçmeden Sidar Botan’a bir soru daha sorabiliyorum. Peşmergeyle ortak operasyonlar nasıl geçiyor? İki birlik arasındaki birçok açıdan fark alana nasıl yansıyor? “KDP Peşmergesiyle bu işbirliği tarihte ilktir, önemlidir” diyor önce. “Peşmergenin yaşam tarzını herkes biliyor, şimdi çok anlatmayayım. Bizim uyku gibi, sigara içmek gibi problerimiz yok. Onlara bazı koşullar ağır geliyor ne yapalım.”
Mahmur’dan birkaç kilometre uzakta bir kontrol noktasında Peşmerge ve YPG’yi birlikte görüyoruz zaten. Biraz baba oğulu andırıyorlar, ne yalan söyleyelim.
Mahmurlu Kürtler, İslam Devleti’nin saldırısı sonrası arabalarla Erbil’e doğru, şimdi bizim gittiğimiz yoldan ilerlerken, “Terk etmiyoruz, boşaltıyoruz” demişler kendi kendilerine. Bir daha döneceklerini bilerek…
Başta dediğim politik inada bu da dahil.