ENİS ERSOY
@enisersoy35
Yeni padişah Topkapı Sarayı’nda sabah ezanından sonra tahta oturmuş, akşam ezanından sonra tüm kardeşlerinin ve onların çocuklarının katledilmesi fermanını vermişti. Bostancı neferleri yağlı urganları şehzadelerin boyunlarına dolarken, harem dairesi çocukların annelerinin, dadılarının, ablalarının feryatlarıyla inliyordu.
İşte o lanetli gecede başlıyor hikaye.
Yeryüzüne bin yılda bir ya gelir ya gelmezdi. Aşçılar loncası mensuplarının mesih gibi beklediği, ama hiç kimsenin görmediği efsane, Pir-i Lezzet’ti ortaya çıkan.
“Lezzet denen şey altı kattan ibarettir. En başta ‘dört esas tat’ vardır: Tatlı, tuzlu, acı ve ekşi. Bunlar bir başlarına ya da birleşerek lezzetin ana makamını, nüvesini, çekirdiğinioluştururlar. Sonra ‘temaslar’ gelir. Her lezzet ağza kendine has bir şekilde temas eder. Kimi dolgundur, kimi zayıf kalır.Kimi dişleri kamaştırır, kimi ağzı sulandırır, kimi ısıtır, kimi serinletir. Üçüncü sırada ‘satıh’ gelir.Satıh temaslara seslerin de dahil olmuş halidir. Lezzet vardır, çıtırdır, lezzet vardır, kıtırdır. Bazısı yumuşacıktır, bazısı pütür pütür. Tat dile temas ettikten, ağız sathı keşfettikten sonra sıra ‘ıtırlara’ gelir. Itırlar çok önemlidir, zira lezzetler ancak kokuyla birlikte tamama ererler. Öyle ki kokusu olmayan lezzet diye bir şey mümkün değildir. Lezzetin beşinci katı ‘zevahir’ yani görünüşün evidir.Lezzetin göze vurmuş, gözleri de doyurmaya başlamış halidir. Göz görmezse dil, damak ve burun da yabancılaşır. Son olarak altıncı katta yani en derinde ‘hisler’ vardır. İnsanların çoğu fark edemez ama her lezzet mutlaka bir hatırayla, maziden gelen bir duyguyla alakalıdır. Lezzetler insanın geçmişidir ve duyguların bir başka lisana tercümesidir…”
Yedi yaşındayken, ustası bıçağı beline takıp ensesine vurduğu şaplakla çıraklığını resmen başlatırken anlatmıştı bunları ona. Sonrasında diyar diyar gezecek, baharatların sırrına erecek, hekimlerin şahından lezzet yoluyla insanın vücuduna, müneccimbaşından ruhlarına tesir etmeyi öğrenecekti. İskenderiye’de Üstad’ın vereceği büyük sır ise ona, lezzetlerle insanlara hükmetmenin yolunu açacaktı.
Aşçıbaşı, aşkı uğruna her şeyi göze almıştı. Ona kavuşmak için sarayın, köşklerin duvarlarını pişirdiği yemeklerle aşacaktı.
Saygın Ersin’in Pir-i Lezzet adlı romanı Osmanlı döneminde geçiyor. Saray ve toplum yaşamını bir tarihçi titizliğiyle ele almış. Gastronomi konusunda da müthiş bir araştırma yapmış. Çok şey öğreniyorsunuz.
Kitap çok akıcı ve temiz bir dille yazılmış. Yeni bir yazarla tanıştığımda, hikayenin sonunda hayal kırıklığı yaşamaktan hep endişe ederim. Ama Pir-i Lezzet, sürükleyici fantastik hikayesini, güzel bir finalle noktalıyor. Kitabı bitirdiğinizde Aşçıbaşı’nın yemekleri gibi güzel bir tat bırakıyor.
Masal tadındaki roman April Yayıncılık tarafından basılmış.